Annelik Güzeldir Ama Vücudu Yıpratır

Peki Çaresi Var mı?

Annelik dünyanın en kutsal görevi. Neslimizin devamı annelerimiz sayesinde mümkün. Ancak annelerimiz bu zor görevi yaparken vücutlarından da çok şey götürüyorlar. Doğumdan sonra çoğu kadının vücudu maalesef eskisi gibi kalmıyor.

Gelin, doğumun vücutta ne gibi değişiklikler yaptığına ve bunları nasıl düzeltebileceğimize basitçe bakalım.

Karın Bölgesinde Neler Oluyor?

Hamileliğin en büyük etkisi karında görülür. Bebek büyüdükçe karın derisi bir balon gibi şişer.

  • Deri Çatlakları: Derimiz çok gerildiği için alttan yırtılır. İlk başta fark edilmez ama doğumdan sonra “çatlak” dediğimiz izler kalır. Bu çatlakların maalesef mucizevi bir kremi yoktur, kalıcıdır.
  • Sarkmalar: Doğumdan sonra karın derisi bazen kendini toparlayamaz. İçi boşalmış bir balon gibi gevşer, sarkar ve kat kat olur.
  • Karın Kasları: Karnımızı düz tutan kaslar, bebek büyüdükçe yanlara doğru açılır ve gevşer. Doğumdan sonra bu kaslar eski haline dönmezse, kişi ne kadar zayıf olursa olsun karnı hep şiş veya bombeli görünür.

Memelerde Neler Oluyor?

Hamilelikte ve emzirme döneminde memeler sütle dolar ve büyür. Emzirme bitince ise şunlar olabilir:

  • Sarkma: İçi boşalan meme derisi gevşer ve sarkar.
  • Küçülme: Bazen memeler eski halinden bile daha küçük, “içi boşalmış” bir hale gelebilir.
  • Şekil Bozukluğu: Bazen de memeler büyük kalır ama yerçekimine yenik düşüp aşağı doğru sarkar.

Kilo Sorunları

Hamilelikte alınan kiloların çoğu doğumla gitse de, bazen yapışıp kalan inatçı yağlar olur. Özellikle bel, kalça ve basen bölgesindeki yağlar sporla bile zor gider.

Çözüm: “Anneyi Yenileme” (Mommy Makeover)

Amerikalıların “Mommy Makeover” dediği, bizim “Doğum Sonrası Toparlama” diyebileceğimiz bir çözüm paketi var. Bu, tek bir ameliyat değil, annenin ihtiyacına göre yapılan işlemlerin tümüdür.

İşte estetik cerrahide yapılan düzeltmeler:

1. Karın Germe: Sarkmış olan fazla deri ve yağlar alınıp atılır. En önemlisi, gevşemiş olan karın kasları korse gibi içten dikilerek sıkılaştırılır. Böylece hem sarkıklık gider hem de o bombeli görüntü kaybolur. Çatlakların çoğu da atılan deriyle birlikte gitmiş olur.

2. Meme Estetiği:

  • Meme Dikleştirme: Sarkmış meme başı yukarı taşınır, gevşek deri toparlanır.
  • Meme Büyütme veya Küçültme: Eğer memeler çok küçüldüyse silikonla dolgunlaştırılır. Çok büyük kaldıysa küçültülüp dikleştirilir.

3. Yağ Alma (Liposuction): Vücudun belli bölgelerinde (bel, basen gibi) biriken inatçı yağlar vakumla çekilir. Hatta bu yağlar istenirse popo gibi dolgunluk istenen yerlere geri verilebilir.

Sonuç Olarak

Anne olmak, kadının kendi vücudundan ödün vermesi demektir. Ama bu kalıcı bir “bedel” olmak zorunda değil. Bozulan vücut hatlarını düzeltmek, annenin kendine olan güvenini geri kazanması için en doğal hakkıdır.

Eğer doğum sonrası aynaya baktığınızda gördüğünüzden mutlu değilseniz, bir plastik cerrahi uzmanıyla görüşüp seçeneklerinizi öğrenebilirsiniz.

UCUZ ESTETİK HAYATINIZI KARARTMASIN

Merdiven Altı Tuzağına Düşmeyin!

Televizyonda, sosyal medyada gördüğünüz o pürüzsüz yüzlere, dolgun dudaklara imreniyor olabilirsiniz. “Benim de hakkım, ben de güzelleşmek istiyorum” diyorsunuz, çok haklısınız. Ancak sırf biraz daha ucuza olsun diye gittiğiniz o gösterişli salonlar, kuaför köşeleri ya da ev ofisleri; hayatınızın en büyük pişmanlığına dönüşebilir.

Halk arasında “Merdiven Altı” denilen bu yerler, sağlığınızla Rus ruleti oynamak gibidir.

“Merdiven Altı” Ne Demek?

Kısaca; yetkisiz, diplomasız ve kaçak demektir. Nasıl ki dişinizi bir marangoza çektirmezseniz, yüzünüze iğne yapacak kişinin de mutlaka “Doktor” olması gerekir. Kuaförler, güzellik uzmanları veya estetisyenler; botoks, dolgu veya iğneli işlem yapamazlar. Yasaktır ve suçtur.

Eğer biri size “Ben doktor değilim ama elim çok hafif” diyorsa veya “Doktorlar 5 istiyor ben sana 1’e yaparım” diyorsa, oradan hemen kaçın. Çünkü size enjekte ettikleri şeyin içinde ne olduğunu Allah bilir!

İbretlik Olaylar: Basından Gerçek Hikayeler

Bu uyarıları sizi korkutmak için değil, gerçekleri görmeniz için yapıyoruz. İşte gazetelerin üçüncü sayfalarına düşmüş, ucuz estetik kurbanlarından sadece birkaçı:

1. Kuaförde Dudak Dolgusu Yaptıran Kadının Dramı (Adana Vakası) Adana’da kendisini estetik uzmanı olarak tanıtan bir kuaför, aralarında hemşirelerin de olduğu birçok kadına dudak dolgusu yaptı. Sonuç korkunçtu. Kadınların dudakları şişti, iltihaplandı ve çürümeye başladı. Yapılan incelemede, dudaklara sıkılan maddenin inşaat silikonu olduğu ortaya çıktı! Evet, pencerelere sıkılan silikonu insanların dudağına enjekte etmişlerdi.

2. Alnına Dolgu Yaptırdı, Tek Gözü Kör Oldu (İstanbul Vakası) Daha çok yakın zamanda, 25 yaşındaki genç bir kardeşimiz, alnındaki çukurdan rahatsız olduğu için işlem yaptırdı. Ancak işlemi yapan kişi damarın yerini tutturamadı ve dolgu maddesi göze giden damarı tıkadı. Genç adam masadan kalktığında bir gözü artık görmüyordu. Geri dönüşü olmayan bir karanlık…

3. “Botoks” Diye Su ve Zehir Sıktılar Piyasada “Kampanya” adı altında çok ucuza botoks yaptığını iddia eden yerler var. Birçok vakada, bu kişilerin hastalara tarihi geçmiş ilaçlar, hatta bazen sadece serumlu su sıktıkları, bazen de kaçak yollarla ülkeye sokulan, içinde ne olduğu belirsiz zehirli maddeler kullandıkları tespit edildi. Sonuç? Felç olan yüz kasları, kapanmayan göz kapakları ve ömür boyu taşınacak izler.

Kendinizi Korumak İçin Bu 3 Soruyu Sorun!

Bir işlem yaptırmadan önce, sağlığınızı emanet ettiğiniz kişiye şu soruları sormaktan çekinmeyin. Bu sizin en doğal hakkınızdır.

  1. Diplomanız Nerede? Size işlem yapacak kişi “Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı” veya “Dermatolog (Cildiye)” doktoru olmalıdır. Duvarda asılı diplomasını görmeden koltuğa oturmayın. Sertifika yetmez, diploma şarttır.
  2. Burası Neresi? Tıbbi estetik işlemler sadece hastanelerde, tıp merkezlerinde veya doktor muayenehanelerinde yapılır. Kuaför salonunda, güzellik merkezinde, bir evin odasında veya VIP minibüslerde iğne yapılmaz!
  3. Kullanılan Malzeme Ne? Doktorunuzdan size kullanacağı ilacın kutusunu göstermesini isteyin. Kutunun üzerinde Sağlık Bakanlığı onayı var mı? Kapalı mı? Orijinal mi?

Son Söz: Canınız, Paranızdan Kıymetli

Değerli okurlarımız; Estetik cerrahi bir tıp dalıdır, şaka kaldırmaz. “Komşum yaptırdı çok güzel oldu” diyerek yola çıkmayın. Ucuz etin yahnisi yavan, ucuz estetiğin sonu ise hüsran olur. Yüzünüzde ömür boyu taşıyacağınız bir hasar oluşursa, o ucuza yaptırdığınız işlemin bedelini psikolojinizle ve sağlığınızla kat kat fazlasıyla ödersiniz.

Lütfen, bedeninizi sadece gerçek hekimlere, yani “Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanlarına” emanet edin.

Kendinizi Güvendiğiniz Bir Doktora Emanet Edin

Doktorunuza Neden Güvenmelisiniz?

1. Hastane Binasına Değil, İçindeki Doktora Bakın Hasta olduğumuzda bazen lüks, otel gibi görünen özel hastanelerin daha iyi olduğunu düşünürüz. Ancak unutmayın, o lüks hastanelerdeki doktorların çoğu da aslında devlet hastanelerinde pişip gelmiş tecrübeli doktorlardır. Yani bina süslü diye doktor daha iyidir demek değildir. Önemli olan binanın güzelliği değil, doktorun tecrübesidir.

2. Doktorunuzla Konuşmaktan Çekinmeyin Ameliyat olacaksanız, sizi kimin keseceğini bilmek hakkınız. Doktorunuzla oturup konuşun. “Ameliyattan sonra canım yanar mı?”, “Ne zaman iyileşirim?”, “Ters giden bir şey olur mu?” diye sormaktan utanmayın. Eğer doktorunuzun anlattıkları içinize siniyorsa ve ona kanınız ısındıysa kendinizi emanet edin.

3. Ameliyat Sonrası Başkasına Soru Sormayın En sık yapılan hata şudur: Hasta ameliyat oluyor, sonra eve gidip internetten veya başka doktorlara mesaj atıp “Şuram şişti, normal mi?” diye soruyor. Bu çok yanlış. Sizin içinizi, ne işlem yapıldığını en iyi sizi ameliyat eden doktor bilir. Bir sorununuz varsa, doğrudan kendi doktorunuza sorun. Başkalarının lafıyla kafanızı karıştırmayın.

4. Her Şey Her Zaman Mükemmel Olmayabilir En usta doktorun elinde bile bazen işler %10 ihtimalle istenildiği gibi gitmeyebilir. Özellikle burun ameliyatlarında bazen ikinci bir düzeltme gerekebilir. Bu normaldir. Doktorunuza hemen küsmeyin, düzeltmesi için ona fırsat verin. Hemen başka doktora koşmak işleri daha da karıştırabilir.

5. İnternetteki Fotoğraflara Hemen İnanmayın İnternette, Instagram’da gördüğünüz “öncesi-sonrası” fotoğraflarına bakıp doktor seçmeyin. O fotoğrafların çoğu en iyi sonuçlardır, hatta bazıları bilgisayarla düzeltilmiş olabilir. Herkesin sonucu öyle olacak diye bir kural yok.

Peki İyi Doktoru Nasıl Bulacağız?

  • Tanıdığa Sorun: Daha önce o doktora gitmiş, memnun kalmış bir tanıdığınız varsa en sağlam referans budur.
  • Diplomayı Gözünüzle Görün: Gittiğiniz doktorun odasında diploması asılı mı? Uzmanlığı nedir? Bunlara bakın. Diploması olmayan ya da ne olduğu belirsiz yerlerden uzak durun.
  • İç Sesinizi Dinleyin: Doktorla ilk konuştuğunuzda size güven veriyor mu? Gözünüz tuttuysa ve anlaştıysanız, artık ona güvenin ve tedavinizi yarıda bırakmayın.

Özetle: Sağlık şakaya gelmez. Doktorunuzu iyi seçin, seçtikten sonra da ona sonuna kadar güvenin.

Üst Dudak Uzunluğunun Tedavisi (Lip Lift)

Uzun Dudak Mesafesi Nasıl Kısaltılır?

Yüz estetiğinde genç ve çekici bir görünümün en önemli anahtarlarından biri, yüzün oranlarıdır. Genellikle göz çevresi veya çene hattına odaklanılsa da, burun tabanı ile üst dudak arasındaki ortadaki kısım (Filtrum), yüzün genel ifadesini ve yaş algısını doğrudan etkileyen kritik bir bölgedir.

Pek çok hasta, dudak dolgusu ile istenilen sonuca ulaşamadığında veya yaşla birlikte gülüş estetiğini kaybettiğinde kliniğimize başvurmaktadır. İşte bu noktada, Lip Lift (Dudak Kaldırma) işlemi, uzun dudak mesafesini kısaltarak daha genç, dinamik ve estetik bir oran sağlayan etkili bir çözümdür.

Dudak mesafesi neden uzar?

İdeal bir yüzde, burun tabanı ile üst dudağın kırmızı kısmı (Vermilyon) arasındaki mesafe ortalama 12-15 mm civarında olmalıdır.


Ancak iki temel sebeple bu mesafe uzayabilir:

  • Genetik Faktörler: Bazı kişiler doğuştan uzun bir dudak yapısına sahiptir. Bu durum, üst dişlerin görünmesini engeller ve kişiye olduğundan daha yaşlı bir ifade verebilir.
  • Yaşlanma Süreci: Yerçekimi ve elastikiyet kaybı ile birlikte, yüzün diğer bölgeleri gibi dudak üzerindeki deri de aşağıya doğru uzar. Bu uzama, üst dudağın içe dönmesine (hacim kaybetmiş gibi görünmesine) ve gülümserken üst dişlerin kapanmasına neden olur.

Lip Lift (Dudak Kaldırma) Nedir?

Dudak kaldırma işleminin amacı burun tabanı ile üst dudağın pembe kısmı (vermilyon) arasındaki mesafeyi kısaltmaktır. Bu iki şekilde yapılır:

1. Üst dudak derisinden enine şerit şeklinde bir parça çıkartarak uzunluğun azaltılması:

Üst dudak yüzün en çok göze çarpan bölgesidir ve burada oluşacak bir iz estetik açıdan kabul edilemezdir. Bu nedenle izlerin gizlenmesi amacı ile bu deri parçası burun tabanının hemen altından geçen bir şerit şeklinde çıkartılır ve bu şekilde izlerin burun tabanının gölgesinde kalması sağlanır. Çizimde görüldüğü, gibi çıkartılan kısım bir boğa boynuzunu andırdığı için bu yönteme “Boğa Boynuzu” (İngilizcesi BullHorn) eksizyonu adı verilir.


Avantajları

İşlem lokal anestezi altında yapılabilir. İyileşme dönemi genellikle sorunsuz geçer ve doğru yapıldığı takdirde etkisi belirgin ve kalıcıdır. Dudağın kısalması yanında vermilyon yukarı doğru çekildiği için dudak dolgunlaşmış olarak görülür.

Dezavantajları

Burun tabanındaki izin farkedilmeyeceği garanti edilemez ve sonuç istenildiği gibi olmazsa bu işlemin geriye dönüşü yoktur.

2. Üst dudağın iplikle asılması:

Bu yöntemde deride herhangi bir kesi ve deri çıkartılma işlemi yapılmaz. Bunun yerine burun tabanı ve üst dudak deri ve mukoza (vermilyon) arasında deri altında geçirilen U şeklindeki cerrahi ipliklerin düğümlerinin sıkılması ile deri kendi üzerinde hafifçe katlanır ve dudağın pembe kısmı yukarı doğru ilerler.


Avantajları

İşlem diğeri gibi lokal anestezi altında yapılır. Ameliyat sonrası hasta hemen günlük hayatına devam edebilir. Dudakta şişme veya morluk çok az olur. Herhangi bir kesi yapılmadığı için ameliyat sonrası sorun çıkma ihtimali daha azdır. “Boğa Boynuzu” işlemindeki gibi dudak kısalır ve dolgunluğu artmış izlenimi verir. Hasta dudak şeklinden hoşnut olmaz ise ipler lokal anestezi altında kesilerek dudak hasarsız olarak eski haline getirilebilir.

Dezavantajları

Askı için yerleştirilen dikişlerin geçtiği delikler başlangıçta deride çukurlaşmaya neden olur ancak bu durum kısa sürede düzelir ve ipliklerin geçirildiği deliklerde hiçbir iz kalmaz. En önemli dezavantaş işlemin kalıcılığının önceden belirlenememesidir. İplikler nisbeten yumuşak dokuları çektiği (ısırdığı) için zamanla bu yumuşak dokuları keserek bollaşabilir ve dudakta tekrar sarkma olabilir. Bu olayın oluş süresi kişiden kişiye değişmektedir ancak genellikle bir yıldan sonra olur ve bazı hastalarda bu olay uzun yıllar sonra gelişebilir.

Sonuç

Günümüzde dolgun dudaklara ameliyatsız olarak dolgular sayesinde sahip olunabilmekedir. Ancak uzun üst dudaklar estetik açıdan arzu edilmez ve tedavileri “Dudak Kaldırma” (Lip Lift) işlemi ile yapılır. Bunun bir yolu deride kesi yapıp dokuları çıkartarak dudağı kısaltmak, diğer bir yolu ise kesi yapmadan yalnızca iplikle askılama yolu ile dudağı kaldırmakır. Her iki yntemin de kendine göre avantaj ve dezavantajları mevcuttur.6y7

Sıcak Çarpması ve Tedavisi

Küresel ısınma, birçok ülkede sıcaklıkların tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açmaktadır. İnsan sağlığını en ciddi şekilde etkileyen durumlardan biri ise sıcak çarpmasıdır.

Sıcak çarpması nedir?

Dış ortamın ısısı ne olursa olsun vücut içi sıcaklığı belli ve güvenli bir seviyede tutacak mekanizmalara sahibiz. En basit tabirle, bu sistem iki temel görev üstlenir:

  1. Isı üretimi
  2. Isı atılımı

Isı üretimi

Vücudumuz, hayatta kalabilmek için belirli bir iç ısıyı sabit tutmak zorundadır. Metabolizmamız bu nedenle sürekli olarak ısı üretir; bu miktar ortalama saatte 100 kaloridir. Ancak, bu sıcaklığı sabit tutmak için üretilen ısının belirli bir kısmı dışarı atılmalıdır. Aksi takdirde, vücut ısısı her saat 1 derece yükselecektir. Yoğun fiziksel aktivite, ısı üretimini 10 kat veya daha fazla artırabilir. Örneğin, sporcularda ve ağır işçilerde metabolizma ile saatte 1000 kalorinin üzerinde ısı üretimi gerçekleşebilir. Dışarıdan gelen ısı (güneş ve sıcak hava) da başka bir faktördür. Yaz aylarında güneş altında kalmak, saatte 150 kaloriye kadar ek ısı artışına neden olabilir. Ayrıca, bazı hastalıklar, aşırı kas kasılması (titreme), tiroid bezinin aşırı çalışması ve bazı ilaçlar (özellikle uyarıcılar) vücut ısısını artırabilir.

Isının atılımı (vücudun soğuması)

Vücut, hem ısı üreterek hem de mevcut ısıyı dışarı atarak iç sıcaklığımızı dengede tutar. Beyindeki bir termostat gibi çalışan hipotalamus bölgesi bu dengeyi sağlar. En önemli soğutma organımız deridir. Sıcaklık arttığında, kalp deriye daha fazla kan pompalar ve ter bezleri daha aktif hale gelir. Böylece ısı, vücut yüzeyine taşınmış olur. Ter bezlerinin ürettiği ter, deriyi buharlaşma yoluyla soğutur. Ancak, nemli havalarda buharlaşma zorlaşır ve nem oranı %75’i geçerse terleme, ısıyı azaltmada etkili olmaz. Sıcaklığın etkisini azaltmadaki bir başka mekanizma ise aklimatizasyondur (ortama uyum sağlamak). Bu uyum, bir hafta veya biraz daha uzun bir sürede gerçekleşir. Aklimatizasyon sağlandığında vücut, daha erken terlemeye başlar ve daha fazla ter üretir. Terdeki tuzu geri emerek daha verimli çalışır. Sıcak ortama alışkın olmayan bir kişi saatte 1 litre terleyerek 580 kalori ısıyı uzaklaştırabilirken, alışkın olan bir kişi saatte 2-3 litre terleyerek 1700 kalorinin üzerinde ısıyı dışarı atabilir..

Sıcak çarpması

Vücudun sıcaklığı sabit tutan termostat mekanizması düzgün çalışmazsa, iç sıcaklık artar. Bu sıcaklık 41 dereceyi aşarsa, acil müdahale gerektiren ciddi bir sorun ortaya çıkar. Aşırı ısı, hücrelerimize doğrudan zarar verir, hatta hücrelerin ölümüne yol açabilir. En ağır hasar öncelikle kaslarda meydana gelir ve buna rabdomiyoliz denir. Parçalanan kasların artıkları ise miyoglobin olarak adlandırılır. Miyoglobin, böbreklere çökerek fonksiyonlarını bozabilir; bu duruma akut böbrek yetmezliği denir. Etkilenen bir başka organ ise karaciğerdir. Sarılık, kan şekerinin düşmesi, pıhtılaşma bozuklukları ve beyin ödemi gibi durumlar ortaya çıkabilir ve bunlar ölümle sonuçlanabilir. Diğer organlar kadar olmasa da, akciğerler de ilerleyen saatlerde işlevsiz hale gelebilir.

Sıcak Çarpması Çeşitleri

Klasik sıcak çarpması NEHS olarak adlandırılır. Bu terim, İngilizce’deki “Nonexertional Heat Stroke” (Egzersizle İlişkisi Olmayan Sıcak Çarpması) kelimelerinin kısaltılmışıdır. Genellikle küçük çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişilerde görülür. İkinci tip sıcak çarpması ise EHS adıyla bilinen Efor İlişkili Sıcak Çarpmasıdır (İngilizce: “Exertional Heat Stroke“). Bu tür, daha çok genç sporcularda ve ağır efor sarf eden işçilerde ortaya çıkar. Tedavi edilmediğinde her ikisi de ölümcüldür

Belirtiler

Deride kızarıklık ve ısı artışı, baş ağrısı, baş dönmesi ve sersemlik, kas ağrısı ve krampları, şuur bulanıklığı, bilinç kaybı ve bayılma gibi belirtiler kişiden kişiye farklı şiddette ortaya çıkabilir. Ancak tanı koymada en önemli kriter, vücut ısısının 41 derecenin üzerine çıkmasıdır. Koltuk altı veya dil altından yapılan ölçümler daha düşük sonuç verebilir. Bu nedenle, rektal ölçüm yapmak gerekebilir.

Tedavi

İlk bir saat içinde tanı koyarak tedaviye başlamak hayati öneme sahiptir. Aksi takdirde, ölüm olasılığı hızla artar. Yapılması gereken ilk şey, hastayı acil olarak soğutmaktır.

Hastayı soğutma yöntemleri

Hastane ortamına ve sağlık personeline ihtiyaç duyulmadan uygulanabilecek soğutma yöntemleri şunlardır:

Buzlu su ile soğutma

Hastanın tüm elbiseleri çıkarıldıktan sonra, üzeri buzlu suda ıslatılmış havlularla örtülür ve bu havlular ısındıkça yenileriyle değiştirilir. Koltuk altlarına ve kasıklara buz torbaları yerleştirilir. Bu yöntem çok etkili olsa da, bilinci açık hastalarda uygulanması zor ve rahatsız edici olabilir.

Buharlaştırma ile soğutma

Hastanın tüm elbiseleri çıkarıldıktan sonra üzerine ılık su dökülür ve güçlü bir vantilatör yardımıyla suyun buharlaşması sağlanır. Buharlaşan su, altındaki deriyi soğutur.

Daha etkili soğutma yöntemleri bulunsa da, bunlar karmaşık cihazlar ve hastane ortamı gerektirir. Soğutma dışındaki tedaviler hastane ortamında semptomlara göre uygulanır. Öncelikle sıvı ve elektrolit kaybının giderilmesi, ardından organ fonksiyonlarını korumaya yönelik tedaviler gerçekleştirilir.

Ateş düşürücü ilaçlar

Aspirin ve parasetamol gibi ateş düşürücü ilaçlar sıcak çarpmasında kesinlikle kullanılmamalıdır. Çünkü bunlar fayda sağlamadığı gibi zararlı da olabilir.

Sonuç

Özellikle efor ilişkili sıcak çarpması (EHS) genç ve sağlıklı kişilerde görülür. Tanı, ancak vücut ısısının 41 derecenin üzerinde olduğunun tespit edilmesiyle konulur. Tedavide ise ilk 1 saat çok önemlidir ve hastanın bulunduğu yerden başlayarak hastaneye nakledilene kadar soğutulması gereklidir. Ancak kırsal bölgedeki yürüyüşcülerde ve operasyon alanındaki askerlerde bunu gerçekleştirmek güç olabilir.

Dünyanın İlk Kadın Doktoru

Tüm dünyada kadınlara eğitim hakkının tanınması ancak 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Örnek verecek olursak Almanya’da kadınlara tıp fakültelerine girme hakkı 1899 da tanınmıştır. Türkiye’de ise kadınlar ancak 1922 yılında İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesine kabul edilmiş ve 1928 yılında altı kadın tıp doktoru diploması almıştır. Oysa ülkemizde kadınlara yükseköğremim hakkı 1914 yılında verilmiştir. Geçmiş dönemlerde kadınların tıp eğitiminden dışlanmasının nedeni kadınların narin doğaları gereği doktor olmaya uygun olmadıkları inancı idi.

Kadınlar doktor olamaz düşüncesi nasıl değiştirildi?

Dorothea Christiane Erxleben isimli kadın 1715 yılında Almanya’da doğdu. Çocukluk döneminin önemli bir kısmı hastalıklar nedeni ile yatakta geçti. Bu onda çok güçlü bir öğrenme isteği oluşturdu. Babası aydınlanma ideallerini savunan bir doktordu ve kız çocuklarının da erkekler ile eşit koşullarda eğitim almaları gerektiğine inanıyordu. Erxleben babasının da gayretleri ile diğer kardeşlerinin girdiği bütün derslere katıldı ve bağımsız olarak yalnız erkeklere öğretilen dersleri de öğrendi. Ancak babasının çabaları bir süre sonra eğitimini tam olarak sürdürmesine yetmedi ve baba bir okul müdürü arkadaşindan yardım istedi. Okul müdürü gönüllü olarak Dorothea Christiane Erxleben’in eğitimini üstlendi.

Doktor olma yolunda ilk adımlar

Erxleben ileri yaşlarda babası hasta bakarken ona eşlik etmeye başladı. Erkek kardeşi tıp fakültesine başladığında kendisi 21 yaşında idi ancak o yıllarda kadınların tıp eğitimi alması imkansızdı.

1740 yılında yani 25 yaşında iken Prusya Kralı II. Frederick’ten Tıp Fakültesinde okumak için izin isteğinde bulundu. Bu isteği 1741 yılında kraliyet kararnamesi ile onaylandı. Ancak kendisi yalnızca öğrenci olan erkek kardeşi ile derslere girebiliyordu. Kısa bir süre sonra kardeşi askere alınıp fakülteden ayrılınca derslere devam imkanı kalmadı. Erxleben, 1742’de Gründliche Untersuchung der Ursachen, die das weibliche Geschlecht vom Studieren abhalten (Kadın Cinsiyetini Eğitimden Alıkoyan Nedenlerin Kapsamlı Bir İncelemesi) başlıklı bir kitap yayınlayarak bu kısıtlamalara alenen meydan okudu. Fakülteye alınmamasına karşın Erxleben babasının kliniğinde çalışarak kendini eğitmeye gayret etti. 1747 yılında 32 yaşında iken bu kliniği tek başına yönetmeye başladı. İleri yıllarda bazı meslektaşları onu bir hastaya yanlış tedavi uygulayıp ölümüne neden olduğu gerekçesiyle şikayet ettiler ve kliniğinin geçici olarak kapanmasına yol açtılar. Ancak Erxleben bu yaşağı protesto etti ve daha önce aldığı kraliyet iznini kanıt göstererek tıp diploması almak için talepte bulundu.

Dünyanın İlk Diplomalı Kadın Doktoru

Çabalarını hiç hafifletmeyen Erxleben 1754 yılında 39 yaşında tezini savunup kabul ettirdi ve onur derecesi ile diploma aldı. Böylede Almanya’nın (ve dünyanın) ilk kadın doktoru olma şerefini kazanmış oldu. Şu sözü uzun yıllar unutulmadı: “Herkes bilge bir kadın ister, ancak ona bilgeliğini kullanma fırsatını kimse vermez”.

Dorothea Christiane Erxleben’in öncü çalışmaları, kendinden sonraki kadınların tıp doktoru olabilmelerine çok büyük ölçüde yardımcı olmakla kalmayıp, aynı zamanda Aydınlanma döneminde kadınların eğitimi ve toplumdaki yeri hakkındaki tartışmalara da katkıda bulunmuştur. Kadınların Alman tıp fakültelerine geniş çapta yeniden kabul edilmesi yaklaşık 150 yıl sürecektir. Mirası, günümüzde onun adını taşıyan çeşitli kurumlar ve ödüller aracılığıyla onurlandırılmaktadır.”

Not

Bu paylaşımda bahsedilen “Aydınlanma”, başta 17. ve 18. yüzyıllar olmak üzere Avrupa’ya hakim olan önemli bir entelektüel ve felsefi harekettir. Çoğunlukla “Akıl Çağı” olarak adlandırılır çünkü geleneğin, batıl inancın veya sorgusuz dini dogmanın aksine, bilginin ve otoritenin birincil kaynakları olarak akıl, mantık ve bilimsel araştırmayı savunmuştur.

İşte Aydınlanma’nın Dorothea Erxleben’in hikayesiyle bağlantısı:

  • Geleneğe Meydan Okuma: Aydınlanma, insanların yerleşik normları ve otoriteleri sorgulamasını teşvik etti. Dorothea için bu, kadınların yüksek öğrenim veya tıp mesleği için uygun olmadığına dair geleneksel görüşe meydan okumak anlamına geliyordu.
  • Akıl ve Bilgiye Vurgu: Eylem, akıl ve gözlem yoluyla insanlığın evreni anlayabileceği ve toplumu geliştirebileceği fikrine değer verdi. Dorothea’nın resmi bir tıp diploması alma çabası ve tıbbı “şarlatanlık” yerine akılcı ilkelere dayalı olarak uygulama arzusu, bilgiye ve rasyonel anlayışa yapılan bu vurguyla örtüşüyor.
  • Eğitim ve Toplum Üzerine Tartışmalar: Aydınlanma, toplumda eğitimin rolü ve kadınlar da dahil olmak üzere bireylerin hakları ve yeri de dahil olmak üzere sosyal reformlar hakkında geniş çaplı tartışmaları tetikledi. Dorothea’nın meşru bir doktor olarak tanınma mücadelesi, kadınların yetenekleri ve entelektüel ve profesyonel hayata tam olarak katılma hakları hakkındaki bu daha geniş toplumsal tartışmalara doğrudan bir katkıydı.

Özetle, Dorothea Christiane Erxleben, insan potansiyeli, akıl ve toplumsal ilerleme hakkındaki yeni fikirlerin giderek güç kazandığı bir dönemde yaşadı. Doktor olma yönündeki kişisel mücadelesi, bu Aydınlanma ideallerinin pratik bir göstergesi idi ve o dönemde kadınlar için kabul edilebilir olanın sınırlarını zorladı.

Dövme (Tatuaj) Kanser Riski Taşır mı?

Kalıcı dövme yaptırma alışkanlığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artmaktadır. Özellikle kadınlarda bu artış çok daha yüksektir. Tabii ki her insan gibi dövme yaptıranlarda da ileri yıllarda birtakım kanserler ortaya çıkabilmektedir. Ancak deride olan istenmeyen durumlar dışında vücuttaki diğer bölge kanserlerinin dövme ile alakalı olabileceği hiç düşünülmemiş ve bu konuda ciddi araştırmalar yapılmamıştır.

Dövme (Tatuaj) Nasıl Yapılır?

Dövme derinin dermis denilen tabakasına birtakım boya damlacıkları yerleştirilerek yapılır. Siyah, kırmızı, mavi gibi ana renkleri ve diğer renkleri oluşturan boyalar alkol veya su gibi sıvılarla karıştırılarak mikro enjeksiyonlar yapılır.

Dövme Boyalarının İçerdiği Maddeler

Bazı boyalar kanser yapma olasılığı olan metaller ve kimyasallar içerir. Bunların başında Cadmium, Arsenik ve Cobalt gelmektedir. Bu ve buna benzer yabancı cisimlere ait çok küçük parçacıklar yıllar içerisinde daha derinlere doğru göç ederek sonunda lenf sistemi dediğimiz kanallara ulaşır ve lenf nodülleri denilen çok küçük filtre odalarında tutularak ömür boyu bu nodüller içinde kalır.

Dövme Boyalarının Denetimi

Bazı gelişmiş ülkelerde içinde zararlı olduğu kesin olarak bilinen maddelerin boyalarda kullanılması yasaklanmıştır. Ancak dövme yapan işletmelerin hangi boyaları kullandığını bilmek mümkün değildir. Çünkü bu işletmelerin büyük bir kısmının yetkili kurumlarca yeterli denetimi yapılamamaktadır. Bu nedenle ülkemizde dövme yapan işletmelerde güvenilir maddelerin kullanılıp kullanılmadığı bilinmemektedir. Ancak teorik olarak güvenilir maddeler olduğu zannedilen dövme boyalarının da lenf düğümlerinde (veya bezlerinde) biriktiği de bir gerçektir. İşte gerçek sorun lenf bezlerinde biriken bu maddelerin ileride nelere yol açabileceğidir.

Dövme Yaptıranlarda Kanser Riski

İsveç ve Danimarka’da yapılan iki ayrı çalışmada dövmesi (tatuajı) olan insanlarda lenfoma denilen bir çeşit lenf kanserinin daha sık görüldüğü gösterilmiştir. Bu risk özellikle geniş alanlarda dövmesi olanlarda daha yüksek bulunmuştur. Buna karşılık dövme yaptırmaya bağlı olarak deri kanseri görülmesinde şu ana kadar çok anlamlı bir artış tesbit edilmemiştir. Ayrıca dövme yaptıranlarda her ne kadar lenfoma riski yükseliyorsa da bir bütün olarak düşünüldüğünde sigara içmek, çok güneş altında kalmak ve bazı yaygın kullanılan kimyasalların kanser yapma riski dövmeye göre çok daha yüksektir.

Dövme’ye Bağlı Kanser Riski Azaltılabilir mi?

Sigara içenler erken dönemde sigarayı bıraktıklarında kanser riski azalmaktadır. Ancak dövmede durum farklıdır. Dövme lazer ile silinmeye çalışıldığında kullanılan boyalar yok olmaz ve sadece daha küçük parçacıklara ayrılır. Bu sayede lenf sistemi bu boyaları lenf düğümlerine taşıyarak görünmez hale getirir. Bu bir çözüm değildir ve hatta lenf düğümlerindeki birikim arttığı için teorik olarak riskin artması söz konusu olabilir. Uzun süre önce yapılmış bir döğme ameliyat ile çıkartıldığında lenf düğümlerine artık küçük parçaların taşınması söz konusu değildir. Buna karşılık daha önce lend düğümlerine taşınmış olan parçaların hala lenfoma oluşturma riski devam eder.

Sonuç

Dövme yaptırma alışkanlığı giderek artmaktadır. Eğer dövme yaptırmak istiyor iseniz yapabileceğiniz tek şey dövme yapan işletmenin güvenli boyalar kullanıp kullanmadığını araştırmanızdır. Bu da çok kolay bir işlem değildir. Bir kere dövme yaptırdıktan sonra ileride sildirseniz veya ameliyat ile dövmeyi çıkarttırsanız bile lenfoma riski devam edecektir. Ancak dövmenin riski diğer kanser yapan faktörlerin yanında oldukça düşüktür.

İlgili yazılar ve linkler:

Tatuaj (dövme) silinebilir mi?

Protein Alımının Öneminin Farkında mıyız?

Günümüzün en yaygın sağlık sorununun obezite olduğu düşünülmektedir. Ancak yeterince önem vermediğimiz bir başka risk ile karşı karşıyayız: Hareketsizlik. Gelişmiş toplumlarda insanlar günün en az 9 saatini oturarak geçirmektedirler. Oturan insanlar genellikle kaslarını en düşük düzeyde kullanırlar. Yapılan bütün çalışmalarda uzun süreli hareketsizlğin kalp ve beyin hastalıkları ile kanser riskini arttırdığı gösterilektedir. 2024 yılında yayınlanın bilimsel bir makalede günün çoğunu oturarak geçirenlerde erken ölümün %16 oranında daha sık görüldüğü gösterilmiştir. Zamanımızın yaşam koşullarında koltuklarımıza yapışıp cep telefonları, bilgisayarlar ve toplantılar ile meşgul iken hareketsizliğin olumsuz etkileri aklımıza bile gelmemektedir.

Günümüzün en az 9 saatini oturarak geçirmekteyiz

Vücut Proteini Nasıl Kullanır?

Enerji gereksinimimiz karbonhidrat ve yağlar tarafından karşılanır. Proteinlerin eses görevi kasların gelişmesini sağlamaktır. Kaslar çalıştıklarında insülin benzeri bir etki ile kan şekerini kontrol ederler. Uzun süre oturma durumlarında diyetle alınan proteinler kas kitlesi içine yeterince girememekte yani kas kitlesi yapımında yeterince kullanılamamaktadır. Bu surumda proteinler şekere dönüştürülerek enerji gereksiniminde kullanılmaktadır. 2022 de yapılan bir araştırma yemeklerden sonra düzenli olarak kısa süreli hareket edenlerde diyetle alınan proteinlerin daha etkili şekilde kas yapımında kullanıldığını göstermiştir. Bu hareketler kısa yürüyüşler veya bulunduğu yerde çömelip ayağa kalkma şeklinde basit egzersizler olabilir. Her ne kadar yemek sonrası kısa süreli ayakta durmak da bir miktar yarar sağlasa da bu, hareket etmek kadar etkili sonuç vermemektedir.

Bulunduğunuz yerde çömelip kalkma hareketi kaslarınızın daha sağlıklı çalışmasını sağlar

Mutlaka Kaslarınızı Geliştirmelisiniz

Gelişmiş kaslar yalnız sporcular değil herkes için gereklidir. Kaslarımız sürekli bir değişim içindedir. Bir taraftan yıpranmış proteniler dışarı atılırken bir taraftan da taze proteinlerin kas içine girmesi gereklidir. Bu döngünün kusursuz işlemesinde hareketlilik şarttır. Peki yeterli hareket etmenin ölçüsü ve mıdır? Burada hareketin süresi kadar ne zaman yapıldığı da çok önemlidir. Gün içinde değişik zamanlarda kısa molalar halinde hareket etmek bir defada uzun süre hareket etmekten daha etkilidir. Kısa molalar halinde hareket etmenin de hareketin cinsine göre etkisi farklıdır. Bir çalışmada her iki satte bir iki dakika yürüyüş ile 15 kere oturup kalkma egzersizi karşılaştırılmış ve oturup kalkmanın protein sentezi için daha yararlı olduğu gösterilmiştir. Protein yapınımı arttırmak için yapılması yaralı olan diğer kısa egzersizler ise Lunge Egzersizi (bir ayak önce iken dizi kırıp tekrar gerginleştirmek), Jumping Jack (kollar ve bacakları ayni anda açıp kapatarak zıplama) kısa süreli dans hareketleri yapmak olarak belirtilebilir. Bunların hiçbiri özel cihazlar gerektirmez ve çalışma ofisi içinde yapılabilir.

Lunge Egzersizi

Jumping Jack Egzersizi

Kısa Süreli Dans

Önem Vermemiz Gereken Besin: Protein

İçlerinde böbrek hastalarının da bulunduğu yaşlı bir grupta yapılan çalışma yüksek protein ile beslenenlerin düşük proteinlerle beslenenlere oranla daha uzun yaşadıklarını (böbrek hastaları dahil) gösterdi. Alınan proteinin kaynağı yani bitkisel mi yoksa hayvansal mı olduğu önemli değildi.

Günlük ne kadar protein almalıyız?

Tavsiye edilen miktar vücut ağırlığının her kilogramı için 0,8 gramdır. Yani 100 kg lık bir kişi bünde 80 gram protein almalıdır. 80 gram protein almak için 100 kg ağırlıktaki birinin günde en az 350 gr çiğ tavuk veya günde 370 gr çiğ kırmızı et yemesi lazımdır. Ayrıca bu miktarlar yükseldikçe kas yapımındaki olumlu etkiler de artmaktadır. Ancak bu besinler çiğ olarak tüketilmez. 370 gram çiğ kırmızı etin karşılığı günde 260 gram ızgara kırmızı ettir. Bu miktar 100 kg için hesaplandı. 80 kg ağırlıktaki ve hareketsiz yaşamı olan biri için günlük alması gereken pişmiş et miktarı 288 gr dır (yaklaşık en az 250 gr diyebiliriz). Lokantalarda bir öğün et yemeğinde servis edilen miktarın 100 ile 200 gr arasında olduğunu göz önüne aldığımızda hareketsiz yaşamı olan pek çok kişinin yeterli protein almadığını söyleyebiliriz. Tip 2 diyabetli yaşlı ve düşük kondüsyonlu bireylerde yapılan bir araştırma 2025 yılında yayınlandı. Bir gruba düşük protein, diğer gruba ise yüksek proteinli diyet verildi. Yüksek proteinli diyet alan yaşlılar grubunda ellerin kavrama gücü ile fiziksel performansta belirgin artış olurken düşük proteinlerle beslenen yaşlılarda performansta düşüşlerin olduğu görüldü.

50 kg ağırlığındaki bir kişinin günde en az 40 gr protein alması gerek. Bunun için günde ortalama 185 gr kırmızı et yemesi lazımdır.

Sonuç

Uzun süre oturarak çalışan veya yaşayan bireylerde gün içi kısa hareket molaları vermek özellikle yaşlılar için çok önemlidir. Bu bakımdan yaşımız ne olursa olsun sandalyeden kalkıp hareket etmemiz gerekmektedir.

Bu yazı ilişikteki kaynaktan yararlanarak hazırlanmıştır: https://www.medscape.com/viewarticle/why-protein-intake-may-be-underserved-lifestyle-advice-2025a1000c0g?ecd=mkm_ret_250523_mscpmrk-OUS_ICYMI_etid7441893&uac=249889CZ&impID=7441893